McKinsey Türkiye’nin hazırladığı podcast’te; Selin Çınar Tunguç pandeminin hem küresel hem de Türkiye ölçeğinde etkilerini değerlendirmek üzere McKinsey Türkiye Ülke Direktörü Can Kendi ile konuşuyor. Konuşmanın düzenlenmiş metnini aşağıda görebilirsiniz.
Podcast Transcript
Selin Çınar Tunguç: Herkese merhaba. McKinsey Podcast yayınımıza hoş geldiniz. Ben Selin Çınar Tunguç. Bugünkü konuğumuz McKinsey & Company Türkiye Ülke Direktörü Can Kendi. Yayınımıza hoş geldin Can.
Can Kendi: Merhaba Selin.
Selin Çınar Tunguç: McKinsey Türkiye olarak yayınladığımız ilk podcastimizde, pandeminin etkilerini, ortaya çıkan yeni normalin nasıl şekillendiğini ele almak istiyoruz. Pandemi döneminde geleceği şekillendiren trendleri ve iş dünyasının yeni normale uyum sağlayabilmesi için neler yapması gerektiğini de konuşacağız. Bu dönemde daha da önem kazanan dijitalleşme konusuna değineceğiz. Ayrıca yeni çalışma düzeni nasıl olacak, tüketici beklentilerine cevap veren inovatif ürünler nasıl geliştirilebilir sorularına da cevap arayacağız.
Can, vakit kaybetmeden ilk sorumla başlamak istiyorum. Pandemi tüm dünyada yaşamları, iş yapış şekillerini ve önceliklerimizi değiştirdi. Peki, pandeminin etkilerini genel anlamda nasıl değerlendirirsin?
Can Kendi: Öncelikle bu konuyu dört tane ana başlık altında özetlemek isterim. Birinci söyleyeceğim şey; pandemi dolayısıyla baktığımızda, hepimizde biraz kısa vadeli düşünme, kısa vadede biraz daha kötümser bakış algısı oluştu. Ama bir adım geri atıp daha büyük resme baktığımızda, on yıl geriye gittiğimizde, yirmi yıl geriye gittiğimizde, otuz yıl geriye gittiğimizde; büyük resme baktığımızda, dünya her zaman daha iyiye doğru gelişmiş. Bir kere bunu aklımızdan çıkartmayalım. İyinin tanımı nedir? Bu, gelir tanımı olabilir, kişi başı gelir tanımı olabilir, sağlık tanımı olabilir. İnsanın ortalama ömrüne baktığımızda sürekli artıyor. Daha kaliteli bir yaşam olabilir; okuryazarlık artıyor. Dolayısıyla, uzun vadede dünya bundan önce de iyiye gitmiş, bundan sonra da iyiye gidecek. Bu optimizmi de içimizde tutmamız gerektiğini düşünüyorum.
İkincisi, belirsizlik. Şimdi, belirsizlik iş hayatında her zaman içimizde, belli bir seviyede vardı. Ama içinde bulunduğumuz pandemiyle, pandemi öncesi de hayatımızı çok fazla şekillendirmeye başlayan dijitalleşme gibi teknolojik hamlelerle, belirsizliğin seviyesini çok ciddi bir şekilde artmış durumda. Dolayısıyla şirketlerin, belirsizlikte karar almak ve belirsizlikte ilerlemek yönünde kendilerini rahat hissetmeye alışması lazım. Bu da ne demek, belki eskiden bir karar almak için yüzde yüz emin olmayı bekliyorduk, artık yüzde yetmiş, yüzde yetmiş beş emin olarak kararları almaya ve ilerlemeye kendimizi alıştırmamız lazım. İşte, ‘test and learn’ dediğimiz, bazı şeyleri kısa vadede test edip ordaki öğrenimleri hayata geçirerek hızlı ilerlemeye alışmamız lazım. Yine İngilizce’de ‘fail fast’ dediğimiz, hata yapmaktan korkmayan, yaptığı hatalardan ders alan, ona göre kararlarını hızlı şekillendiren şirketlerin yapısına geçmemiz lazım.
Üçüncüsü; yine pandemi ile ilgili ne zaman konuşsak, bize gelen sorulardan bir tanesi “Yeni normal ile ilgili ne düşünüyorsunuz?” Öncelikle, yeni normalin tanımını bir netleştirmek istiyorum. Biz yeni normali iki tane dönemde öngörüyoruz. Bir tanesi; şu anda da içinde bulunduğumuz geçiş dönemi. İkincisi de bu geçiş döneminin bitiminde oluşacak yeni dünya düzeni. Bunun içinde çalışma hayatı da var, bizim sosyal yaşam dengemiz de var. Geçiş dönemi nedir ve ne zaman bitecek? Şu anki, pandemi ile savaşla geçen ve bitmesi için aşının yaygınlaştığı ve etkili bir şekilde insanlar üzerinde etkisinin de görüldüğü bir şekilde bitebilir ya da toplumsal bağışıklığın belli bir seviyeye gelmesiyle bitebilir. Ama pandeminin sağlık etkilerinin artık minimize olduğu, olayın sağlık boyutu riskinin sıfıra yaklaştığı dönem, geçiş dönemi. Daha sonra da yeni bir dünya düzeni başlıyor. Bu yeni dünya düzeninde neler olduğunu, şu anda hepsini bilemiyoruz. Öngöremiyoruz ama bunları yavaş yavaş düşünmeye başlamamız, ona göre kendimizi oluşturmamız, kendimizi şekillendirmemiz lazım. Bir örnek vereyim; işte belki 1990’larda birine siz uçağa binmeden önce kemerinizi çıkartacaksınız, ayakkabınızı çıkaracaksınız dediğimizde güler geçerdi. Ama yirmi yıldır bunu yapıyoruz ve alıştık. Bu geçiş dönemi sonrasındaki yeni düzende neler olacak bunları da bekleyip göreceğiz.
Dördüncüsü de pandemiden olan çıkarımlar. Şimdi, bu bizim şu anki yaşadığımız ilk pandemi değil, insanoğlunun gördüğü sonuncusu da olmayacak. Daha önceki pandemilerin de gösterdiği şöyle bir şey var. Herhangi bir pandemi olduğunda kendisinden önce zaten hayatımıza girmeye başlayan trendler hızlanıyor. Dolayısıyla pandemin etkisi; mevcut olan trendleri hızlandırarak hayatımıza sokması. Bu, mevcut COVID-19 sürecinde de bunun başladığını ve hızlanarak artacağını görüyoruz. Nedir bunlar? İşte sürdürülebilirlik olsun, çevresel duyarlılık olsun, birazdan konuşacağımız dijitalleşme ve dijital dönüşüm olsun. Yine birazdan konuşacağımız çevik organizasyon olsun. Zaten COVID-19 öncesinde hayatımızda olan, organizasyonlarda gördüğümüz trendler, içinde bulunduğumuz pandemi ile hızlanarak artmaya ve etkilerini yaygınlaştırmaya devam edecek.
Selin Çınar Tunguç: Geleceği şekillendiren trendler konusunu biraz daha açabilir miyiz? Nedir bu trendler?
Can Kendi: Evet, en son bu hızlandırılacak trendlerden devam edeyim. McKinsey olarak biz, düzenli aralıklarla, önümüzdeki on yıla, on beş yıla şekil vereceğini düşündüğümüz trendleri raporluyoruz. Bunun en son çalışmasını da biz pandemi öncesinde yaptık. Ama az önce de söylediğim gibi bizce bu trendler pandemi ile değişmedi, etkileri hızlandı.
Nedir bu trendler? Bunları da üç tane başlık altında biz inceliyoruz. Birinci başlık, global trendler dediğimiz, insanoğlunu global ölçekte etkileyeceğini ve etkilediğini düşündüğümüz trendler. Bunun altında da üç tane ana başlık var. Birincisi; yeni bir globalleşme tanımı. Nedir yeni globalleşme tanımı? Özellikle son on yıla baktığımızda, klasik anlamda bildiğimiz globalleşme; mal ya da bir hizmetin bir ülkeden öbür ülkeye transferi ya da sermayenin bir ülkeden başka bir ülkeye transferi, yatırımı anlamına geliyordu. Biz genelde globalleşmeyi bu anlamda kullanıyorduk. Son on yıla baktığımızda, bildiğimiz anlamda globalleşmede bir yavaşlama görüyoruz. Ama farklı bir globalleşme hızlanarak devam ediyor. Bu da insanların ve fikirlerin ülkelerden ülkeye taşınması. İnsan taşınmasının tabii bir turizm bacağı var. Şimdi pandemi ile biraz yavaşladı. Ama daha da önemlisi okuma ya da bir iş amaçlı başka bir ülkeye yerleşme bacağı var. 2000’lerin başından bugüne kadarki gelişmelere bakıyoruz ve görüyoruz ki; yurt dışında okuma oranı ciddi bir şekilde artmış durumda, hiç olmadığı seviyelere gelmiş durumda. Yurt dışında eğitim, pandemi ile fiziksel olarak belki bir yavaşlama yaşasa da pandemi sonrası hem fiziksel hem de dijital olarak artacağını düşünüyoruz. Yine bugün sosyal medya, milyarlarca kişi birbiriyle iç içe geçmiş durumda ve yine yaklaşık yarısının kendi ülkesi dışında da kendi ağında düzenli olarak ilişkide bulunduğu insanlar var. Dolayısıyla fikirlerin paylaşımı da geçmişe göre çok daha hızlı bir şekilde hayatımıza girmiş durumda. Biz de buna yeni bir globalleşme tanımı diyoruz.
İkinci trend büyümenin dünyada nereden olacağı. Yine 2000’lerin başında hayatımıza giren bir BRICS kavramı vardı. Bazı gelişmekte olan pazar ülkelerinin, dünyanın ekonomik büyümesini daha fazla tetikleyeceği üzerine. Biz ona son birkaç yıldır yeni bir tanım getiriyoruz. Diyoruz ki; BRICS değil, geleceğin on yılına, yirmi yılına şekil verecek ülkeler kısaca ICASA dediğimiz; Hindistan, Çin, Güney Doğu Asya ve Afrika olacak. Bu ülkeler özellikle ön plana çıkacak ve GDP büyümesi olarak dünyanın ekonomik büyümesinde tetikleyici rol oynayacak.
McKinsey Türkiye Podcast’lerine abone olun
Üçüncü trend, daha çok kaynaklarla, doğal ve yapay kaynaklarla alakalı. Dünya nüfusu artıyor ve dünya nüfusu arttıkça hepimizde ister istemez şu soru oluşuyor. Acaba dünyadaki kaynaklar bu artan nüfusa yetecek mi? Bunun içinde enerji ve enerjinin farklı türevleri var; petrol gibi, gaz gibi. Su var, gıda var, tarımsal ürünler var. Baktığımızda; doğru, nüfus artıyor ama nüfusla birlikte gözden kaçırmamamız gereken bir olgu daha var ki o da teknolojik gelişmeler. Nüfusla birlikte teknoloji ve dijitalleşmeyle, bu kaynakların tanımı da değişiyor. Bizim bu trendle vurgulamak istediğimiz şey, bu. Sınırsız kaynak dediğimiz bir olguyu hepimizin değerlendirmesine sunuyoruz. Bu da nedir? Şimdi bugün enerjiye baktığımızda; petrole bağlı, gaza bağlı enerji kaynaklarında yıllar içerisinde bir azalma olacak. Ama bunun yanında bir de yenilenebilir enerji var hayatımıza giren ve gittikçe sektörde aldığı pay artıyor. Dolayısıyla hayatımızın tamamen yenilebilir enerjiye; güneşe, rüzgâra bağlı olduğu bir durumda belki enerji, bizim için sınırlı bir kaynak olmaktan çıkacak. Su, bugün dünyada hala birçok coğrafyada en önemli ve en sıkıntılı kaynaklardan bir tanesi. Yine teknoloji sayesinde bakıyoruz ki; bugün İsrail başta olmak üzere birçok ülke, deniz suyunu arıtarak kullanım suyuna çevirebiliyor. Dolayısıyla su gibi kaynağı bile sınırsız bir kaynağa dönüştürebiliyor.
Gıdaya baktığımızda, yine son yıllarda en trend konulardan bir tanesi Amerika'da -sen de duymuşsundur- Impossible Burger dediğimiz ve Burger King'in yarattığı sentetik bazlı gıda. Bugün yiyince farkını anlayamıyorsunuz. Laboratuvar ortamında üretilmiş gıda. Dolayısıyla bu da yaygınlaştığında; önümüzdeki on seneyi, yirmi seneyi düşündüğümüzde, belki gıdada kesintili bir kaynak olmaktan çıkacak diye düşünüyoruz.
İkinci ana başlığımızda, globalden biraz da sektörlere dönüp bakıyoruz. Sektörel bazlı trendler bunlar. Sektörel trendlerde de en önemli olgu, teknolojinin sektörleri dönüştürmesi. Buradaki birinci trendimiz; bizim bütünleşik teknolojiler dediğimiz olgu. O da şunun altını çiziyor. Biz, iş dünyası olarak böyle teknolojik gelişmeleri tek bir teknolojik inovasyon gelecek ve hayatımızı değiştirecek diye beklememeliyiz. Bugün iş hayatını dönüştürecek birçok teknoloji şu anda hayatımızda mevcut. Önemli olan, bunları bütünleşik bir şekilde bir arada kullanmayı becerebilmek ve bunları bizim için değer yaratacak uygulamalara dönüştürmek. Nedir bu? Bugün baktığımızda; ‘autonomous’, kendi kendine hareket eden araba örneğini verelim. Tüm bu teknoloji, tek bir teknoloji değil. Onun çalışabilmesi için; sensör teknolojisi var, coğrafi lokasyon teknolojisi var, ‘connectivity’ dediğimiz bir telekomünikasyon altyapısı var. Onun içerisinde çalışan algoritmalar ve onunla ilgili ileri analitik katmanlar var. Oysa birçok farklı teknoloji birleşip insan hayatı için çok önemli bir inovasyonu hayata geçiriyor. Dolayısıyla bizim bu trendle vermek istediğimiz mesaj; teknolojileri böyle tek tek takip etmek yerine, bütünleşik olarak biz mevcut teknolojilerden nasıl bir değer yaratırız, liderler olarak bunu düşünmek.
İkincisi, sektörler altındaki trendlerden, yıllar içerisinde yine teknolojinin sayesinde değerin daha çok son kullanıcılara ve müşterilere geçmesi. Nedir bu? Hayatımızda şimdi, e-ticaretin de gelmesiyle birçok ara katman kalkmış durumda. Bu, tüketicilere son yıllarda, özellikle çeşitlilik anlamında, çok büyük bir güç verdi. Hep aynı örneği paylaşıyorum. Bizim gençliğimizde, süpermarkete gittiğimizde, belki dört beş tane farklı deterjan görürdük raflarda. Bugün herhangi bir e-ticaret sitesine girdiğinizde, binlerce farklı deterjana çok hızlı bir şekilde ulaşabiliyorsunuz. İçerisinden en niş olanlarının bile en az yüzlercesini görüyorsunuz. Tüketici olarak buna ulaşabiliyorsunuz. Yine birçok marka, bugün artık tüketiciye özel ürünler ‘personalization’ dediğimiz; sırf bana özel bir ayakkabı, sırf bana özel bir araba üretmeye başladı. Dolayısıyla bu çeşitlilik tüketiciye geçen bir güç.
Başka bir güç de eskiden para vererek aldığı bazı hizmetleri, bugün bedava ya da çok daha ucuza alması. İşte uluslararası konuşma, yine geçmişte bu çok ciddi bir maliyet unsuruydu. Bugün VoIP üzerinden, farklı teknolojik katmanlar üzerinden, bunu çok daha ucuza gerçekleştirebiliyoruz. Yine baktığımızda teknoloji sayesinde müşteriye sunulan hizmet kalitesinin de arttığını görüyoruz. Gençliğimizde uzaktan, evden bir market alışverişi yapmak, belki bize çok uzak bir kavramdı. Bugün, on dakikada gelmezse tüketici olarak bozuluyoruz. Niye on beşinci dakikada geldi diyoruz. Dolayısıyla tüm bunların ana mesajı; teknolojik gelişmelerle birlikte, son kullanıcılara, tüketicilere geçen bir güç var. Bu güç de önümüzdeki dönemde artarak devam edecek. Dolayısıyla biz iş dünyası olarak bunun farkında olup bunu nasıl yöneteceğimizi düşünmemiz lazım.
Sektörel anlamda paylaşacağım son trend de yine son yıllarda çok içimize girmiş olan bir ekosistem kavramı. Sektörlerin yıllar içerisinde gelişimine baktığımızda, hep lineer değer zincirleri ön plana çıkmış. Örneğin, otomotiv. Hammaddeyle başlıyorsunuz, onu fabrikada üretiyorsunuz. Onun bir satışı var, satış sonrası hizmetleri var gibi. Böyle daha lineer giden bir değer zinciri söz konusu. Bugün, yıllar içerisinde, bu değer zincirleri kırılmaya başlamış. Geldiğimiz son noktada, bu ekosistem kavramında şu ön plana çıkmış; farklı farklı servis sağlayıcıları son kullanıcılarıyla birleştiren platformlar var. Bu servis sağlayıcılar başka bir kullanıcı da olabilir, aynı ‘peer to peer’ örneklerde gördüğümüz gibi. Farklı iş kollarındaki servis sağlayıcıları, tek bir kullanıcıyla birleştiren ekosistemler de olabilir. Sigorta, sağlık, banka gibi servis sağlayıcıların birleşip kullanıcılara sunulduğu ekosistemleri bugün dünyada birçok ülkede görüyoruz. Buradaki ana olgu şu; belli bir platform üzerinden, farklı hizmetleri, son kullanıcılara, yine çok maliyet avantajlı bir şekilde, az önce söylediğimiz değerleri de yansıtacak şekilde verebilmek. Bu ekosistem olgusunun da hem dünyada hem de ülkemizde artarak devam edeceğini düşünüyoruz.
Global trendlerdeki son başlığımız da sosyal ve insana dokunan trendler. Orada da McKinsey olarak önümüzdeki yıllarda da artarak etkisinin devamını beklediğimiz, üç tane alt trend var. Birincisi; güvenlik. Nedir bu? Bugün dünyaya baktığımızda; ne mutlu bize ki, uzun bir süredir bir dünya savaşı ölçeğinde büyük bir çarpışma yok. Ama baktığımızda dünyada tansiyonun arttığı birçok bölge var. Biz coğrafi olarak da bunları hissediyoruz. Bizden uzaktaki birçok coğrafi bölgelerde de bu var. Bu tansiyon, dünyada artarak devam edecek ve bunun başka boyutlara da geldiğini görüyoruz. Nedir bu? Siber güvenlik. Dolayısıyla bugün bir çatışmanın sadece fiziksel ortamda değil sanal ortamda olduğunu yıllardır biz de yaşıyoruz. Bunun artarak devam edeceğini ve iş dünyası olarak, sadece iş dünyası değil devletler olarak bunun önünde bir şekilde durmamız gerektiğinin altını çiziyoruz.
Sosyal anlamdaki ikinci trendimiz; bir büyüme olgusu. Ekonomik büyüme olgusu. Bugün dünyada yine bir ekonomik büyüme krizi var. Her ülkenin bir numaralı adreslediği konu; nasıl büyüyeceğiz? Yıllar içerisindeki büyüme modellerine baktığımızda, birçok ülkede, özellikle gelişmekte olan pazarlarda, büyümenin daha çok verimlilik artışıyla geldiğini, yani aynı işi daha verimli yaparak oradan bir ekonomik değer yaratarak bunun da büyümeyi tetiklediğini görüyoruz. Birçok ülke bugün verimlilik artışıyla yaratacağı değerin son noktasına gelmiş durumda. Artık, sadece verimlilik artışıyla değil, inovasyonla büyümek mümkün görünüyor. Bunu yapan ülkeler de yok değil, var. Ama bundan sonraki büyümenin ne kadarı inovasyondan ne kadarı verimlilikten gelecek, bir ülke olarak biz, büyümeyi nasıl yöneteceğiz? Bugün birçok ülkenin bir numaralı maddesi bu ve bunun da biz kritik bir trend olduğunu vurguluyoruz.
Sosyal tarafta son vurgulamak istediğimiz trend de sınıflar ve ekonomik büyümenin sınıflara yansıması. Şimdi en başta da söylediğim gibi büyük resimde dünya pozitife gidiyor ve kişi başına düşen milli gelir artıyor. Ama milli gelirin dağılımında, ülkelerden ülkelere çok ciddi farklılıklar var. Biz genelde birçok ülkede hem en alt ekonomik katmanın büyüdüğünü hem de en üst ekonomik katmanın büyüdüğünü ve orta gelir dediğimiz segmentin biraz baskılandığını görüyoruz. Bunun da çok ciddi sosyal yansımaları var. Bugün mesela ABD’de, bir kuşağın kendisinden önceki kuşaktan daha fazla gelir kazanması, Amerikan modelinin temel unsurlarından bir tanesiydi. Son yıllarda bunun gittikçe azaldığını ve mevcut kuşakların bir önceki kuşağa bağlı olduğunu görüyoruz. Bu da sosyal olarak önümüzdeki yıllarda yönetmemiz gereken trendlerden bir tanesi olacak.
Selin Çınar Tunguç: Peki pandeminin herşeyi değiştirdiği ve yeni normalin hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağı söyleniyor. Sen bu anlamda nelerin değişeceğini ön görüyorsun?
Can Kendi: Pandemi gerçekten kendi hayatımızı, sosyal hayatımızı hem iş dünyasını hem de kamu sektörünü, ülkelerin iş yapış şeklini, yönetişim şekillerini değiştirecek. Bizim burada hep söylediğimiz bir olgu var. Şimdi yeni normal ve yeni normale dönüş ile bunu ilişkilendirmek istiyorum. Orada biz İngilizce kullandığımız iki kelimenin başharfleri olan 2 R’yi aklımızdan çıkarmayalım diyoruz. Bu iki R’nin birincisi ‘return’ dediğimiz, kısa vadede normale dönüş sırasında yapacağımız aksiyonlar, alacağımız kararlar. İkincisi ise biraz daha orta vadede, İngilizcede ‘reimagine’ ya da ‘reform’ dediğimiz, orta vadede kendi iş yapış şeklimizi dönüştüreceğimiz, biraz daha inovasyonla tetikleyeceğimiz kararlar.
Kısa vadedeki kararlara örnekler neler? Şimdi pandeminin sağlık etkileri azalmaya başladıkça biz normale dönme sürecine giriyoruz. Burada, iş dünyasındaki liderler olarak, bu geçiş dönemindeki öğrenimlerinizden hangileri bizim için faydalı? Çünkü biz bu süreçte çok şey öğrendik. İş dünyasında, işimizi yönetirken nelere ihtiyacımız olduğunu, nelere daha az ihtiyacımız olduğunu ama bizim daha çok vaktimizi aldığını görme fırsatımız oldu. Dolayısıyla buradan katma değerli bazı kazanımları, kısa vadede ‘return’ dediğimiz, iş yapış şeklimize nasıl yedirebiliriz bunu düşünmemiz lazım. Yine kısa vadede en fazla odaklanacağımız alanlardan bir tanesi talebi arttırmak yani kendi hacmimizi arttırmak. Çünkü bugün hem ülkelerin ekonomik daralması hem de şirketlerin ekonomik daralmasındaki bir numaralı unsur, talebin düşmesi. Pandemi nedeniyle talep düştüğü için şirketler ve ekonomiler sıkıntıya girdi. Bu talebi biz nasıl canlandıracağız? Hem eski müşterilerimizle devam edip hem de yeni müşterileri nasıl kazanabiliriz? Bunlar kısa vadede düşünmemiz gereken konular.
Orta vadeye geldiğimizde, bazı sektörlerin pandemi sonrası, ciddi bir dönüşüme gireceğine düşünüyoruz. Bu dönüşümün bazıları, az önce de söylediğim teknolojik unsurlardan, bazıları ise pandemi sürecinin bize öğrettiği çıkarımlardan dolayı tetiklenecek. Nedir bu sektörler? Bir tanesi sağlık sektörü. Zaten şu anda yaşıyoruz, pandemi bize sağlık sektörünün bir ülkenin temelinde ne kadar kritik bir rol oynadığını bir kere daha gösterdi. Pandemi sonrasında orta vadede; sağlık yatırımları, toplumun sağlık bilinci, sağlık personelinin geliştirilmesi, yaygınlaştırması gibi konularda çok ciddi yatırımlar ve reformlar hem gelişmekte olan ülkelerde hem de gelişmiş ülkelerde öngörüyoruz. Başka bir sektör, perakende sektörü. Yine perakende sektöründe dijitalleşmeyle, özellikle e-ticaret alanında bir dönüşüm, pandemi öncesinde de başlamıştı. Pandemi sonrası özellikle bizim ‘on-premise’ dediğimiz yani uzaktan e-ticaret değil ama dükkân içerisindeki müşteri yolculuğu ve müşteri deneyiminin ciddi bir şekilde dönüşeceğini; dükkândaki müşteri davranışlarının bu ürünleri denemekten karar alma, ödeme sürecine kadar teknolojiyle uçtan uca dönüştürüleceğini -ve nasıl havayolu sektörü son yirmi yılda değişti- perakende sektöründe de benzer dönüşümlerin hayata geçeceğini düşünüyoruz. Üçüncüsü de eğitim. Eğitim yine pandemi ile şu anda zorunlu da bir şekilde uzaktan yapılıyor. Eğitimde, pandemi öncesi başlayan trendin hızlanarak devam ettiğini görüyoruz. Baktığımızda; pandemi sonrasında uzaktan eğitimin her dönemde yani bu sadece ilk-orta-lise öğrenimi değil, hayat boyu eğitimde de uzaktan eğitimin yansımaları ve kişilere kazandırdıkları artarak devam edecek. Eğitim sektörü de kendini tamamen yeniden şekillendirecek.
Son olarak birkaç tane de fonksiyonu paylaşmak isterim. Çünkü yine pandemi süreci bize gösterdi ki; bazı fonksiyonlar yeni normalde kökten değişmek zorunda. Bunlardan bir tanesi risk. Risk yönetimi algısı, geçmişten günümüze baktığımızda; birçok şirkette daha çok bizim İngilizce ‘compliance’ dediğimiz, kontrol etme fonksiyonu gibi, bir destek fonksiyonu gibi algılanıyordu. Ama pandemi ve pandemideki belirsizliğin yönetimi de bize gösterdi ki; risk bir ‘compliance’ ya da böyle bir kontrol fonksiyonu değil, İngilizce’de ‘resilience’ dediğimiz tamamen bir yönetişim fonksiyonu. Biz bugün birçok şirkette riskin, alınan günlük kararlara çok daha hızlı müdahale ettiğini, o kararların, risk algısı ve bunun sayısallaştırılmış bir analizle gelerek, şirketlerin o belirsizliği yönetmesine çok daha ciddi bir katkıda bulunduğunu gözlemliyoruz. Dolayısıyla risk fonksiyonunun önemi, yeni normalde artarak devam edecek. İkinci fonksiyon da tedarik zinciri yönetimi. Yine pandemi ve pandemiyle değişen iş yapış şekilleri bize gösterdi ki; bizim klasik anlamda anladığımız tedarik zinciri yönetiminin, yeni normalde ciddi bir şekilde yeniden değiştirilmesi, gözden geçirmesi gerekiyor. Bunun içerisinde sadece globalde alternatif tedarikçiler bulmak yok. Neleri kendimiz üreteceğiz, neleri yakında üreteceğiz, neleri mevcuttaki, uzaktaki tedarikçilerden almaya devam edeceğiz. Tedarikçi anlamındaki görünürlülüğümüzü nasıl arttıracağız? Ben tedarikçiyi nasıl yöneteceğim? Bazı metrikleri, tedarikçide, daha bana gelmeden nasıl takip edeceğim gibi olguların tedarik zinciri yönetiminde yeni normalde artarak devam edeceğini öngörebiliriz.
Selin Çınar Tunguç: Bahsettiğin öngörüler dinleyicilerimizin gelecek dönemi planlamaları için mutlaka yararlı olacaktır. Peki, zorlu pandemi sürecinde ve sonrasında yeni normalde, hayatta kalmaya çalışan şirketlere ne gibi tavsiyelerin olur?
Can Kendi: Burada üç tane şeyin altını çizmek isterim. Birincisi; az önce açıkladığımız dokuz tane trendi takip etmek. Çünkü; global, sektörel ve toplumsal trendlerden bahsettik. Bu trendler, bizce önümüzdeki beş yıla da damgasını vurmaya devam edecek ve az önce de söylediğim gibi pandemi ile bunların birçoğunun etkisinin de hızlanarak hayatımıza temas ettiğini göreceğiz. Bu trendleri takip edip, bu trendlerin bizim işimize olan etkileri; kısa, orta, uzun vadede ne olur, bunu düşünmek lazım.
İkincisi; iş yapış şeklimiz ve konunun insan tarafı. Yine pandemi öncesi hayatımızda olan bir çevik yönetişim, ‘agile’ iş yapış şekilleri kavramı vardı. Pandemiyle çalışma hayatımız tamamen yeni bir yöne evrildi. Bu, sadece uzaktan çalışmayla sınırlı değil. Uzaktan çalışmanın yanı sıra kararların çok daha hızlı alındığı, üst yönetime ve karar vericilere çok ciddi bir şeffaflığın geldiği, takımların birbirleriyle daha kenetlenerek çalıştığı bir dönemden bahsediyoruz. Biz bunun hızlanarak devam edeceğine, şirketlerin gittikçe daha az katmanlı yapılara bölüneceğine -yine en başta söylediğimiz farklı bir globalleşme başlığı altında insanların ve fikirlerin uluslararası seyahat etmesi altında vurguladığım- şirketlerdeki bazı fonksiyonların global bazı yetenekler tarafından geçici kontratlarla karşılanacağı gibi, iş yapış şekli, organizasyon, şirketlerdeki yeteneklerin, yönetim gibi kavramların tamamen dönüşeceği bir döneme giriyoruz. Dolayısıyla liderler olarak bu dönüşümün şekillendirilmesinde de hepimize önemli bir görev düşüyor.
Üçüncüsü de dijitalleşme. Dijitalleşme yine çok fazla kullandığımız bir kelime oldu. Dijitalleşme de son yıllarda çok jenerik olarak içimize girdi. Birçok lider de bunu kullanıyor ama biz ne yazık ki sadece birkaç şirketin bunu özümsediğini ve onun getirdiklerini uçtan uca yaptığını görüyoruz. Nedir bu? Birçok lider, dijitalleşmeyi, stratejinin sonrası gibi görüyor. Yani şöyle konuşmaları, çok fazla gözlemliyoruz. “Biz önce bir beş yıllık stratejimizi oluşturalım, ondan sonra dijitalleşmeye karar verelim.” Şimdi yaklaşımın şöyle olması lazım. Zaten bizim beş yıllık stratejimizin tamamen dijitalleşme üzerine kurulup, onun iş kararlarına yansımasının sonradan gelmesi lazım. O nedenle dijitalleşme, bizim hem stratejimizin hem de aldığımız kararların kalbinde olmalı. Bunun da getirdiği bazı yansımalar var. Nedir bu? Olay sadece dijitalleşmeyle bitmiyor. Müşteri odaklı yaklaşım, yine son yıllarda çok içimizde olan bir ‘design thinking’; tasarım odaklı, müşteriyi içselleştirme, ‘test and learn’ dediğimiz bazı şeyleri test edip ondan sonra, oradaki öğrendiklerimizi hızlı bir şekilde kararlarımıza yansıtma gibi kavramların dijitalleşmeyle bütünleşik çerçevede içimize girmesi. Yine dijital dönüşümü yaparken bazı şeyleri de yapmayı bırakmayı öğrenmek. Yani dijitalleşme demek; yaptığımız şeylerin yanına bir de yeni bir dijital kanal açıyoruz gibi basit bir şekilde yönetmektense onu yaparken bazı şeyleri de nasıl yapmayı bırakacağımızın kararını alıp hayata geçiriyor olmamız lazım. Ancak bu tarz yaklaşımlarla; dijitalleşmenin insan bacağını, geçmişten beri yaptığımız alışkanlıkları sonlandırmayı başarabiliriz. Stratejinin temeline oturtma gibi bakış açılarıyla gidersek dijitalleşmede arzu ettiğimiz değerleri yaratabiliriz.
Selin Çınar Tunguç: Can, çok teşekkürler.
Can Kendi: Ben teşekkür ederim.
Selin Çınar Tunguç: Belirsizliklerin yüksek düzeyde olduğu bu dönemde, bugünü daha iyi anlamamızı ve geleceğe ilişkin daha net görüş kazanmamızı sağlayacak bilgiler aldık. Yayında ele aldığımız konularla ilgili daha detaylı bilgi almak isteyen dinleyicilerimize bir de hatırlatma yapmak isterim. McKinsey.com web sitemizde, burada ele aldığımız tüm konulara ve daha fazlasına ilişkin raporlarımıza, makalelerimize ulaşabilirsiniz. Başka bir yayında tekrar görüşmek dileğiyle. Hoşçakalın.